21 Ağustos 2020 Cuma

Tavuk Beyti Tarifi

 

Tavuk Beyti Tarifi İçin Malzemeler

  • 500 gram tavuk göğsü
  • 1 adet orta boy soğan
  • 2 adet çarliston biber
  • 1 adet kapya biber
  • 2 adet domates
  • Yarım çay bardağı sıvı yağ
  • Tuz, karabiber, pulbiber

Sosu için:

  • Yoğurt
  • 1 diş sarımsak
  • 1 yemek kaşığı salça
  • 2 yemek kaşığı sıvı yağ

Servis ederken:

  • Lavaş
  • İnce kıyılmış maydanoz

Tavuk Beyti Tarifi Yapılışı

  1. Tavuk göğsünü küp küp doğrayalım.
  2. Sebzeleri de ufak ufak doğrayalım.
  3. Tavuğu tencereye alalım, suyunu çekene kadar pişirelim.
  4. Suyunu çekince yağla birlikte soğan ve biberleri ekleyip kavurmaya başlayalım.
  5. İyice kavrulduktan sonra domates ve baharatları ekleyelim.
  6. Kısık ateşte 10 dakika kadar pişirdikten sonra ocaktan alalım.
  7. Sosu için, yoğurda ezdiğimiz sarımsağı ekleyip pürüzsüz hale gelinceye kadar karıştıralım.
  8. Salçayı tavaya alıp yağ ile kavuralım.
  9. Lavaşı alıp içine tavuklu harçtan dizelim, içine maydanoz koyalım ve rulo şeklinde saralım.
  10. Verev olacak şekilde keselim. Yoğurt ve salça sos ile servis edelim.Afiyet olsun.

Araştırmacılar, İnceledikleri Tüm İnsan Dokularında Plastik Buldu

 Bilim insanları, plastik kirliliğinin ulaştığı boyutları bir kez daha ortaya koyan yeni bir araştırmaya imza attı. Yapılan yeni bir araştırma, incelenen tüm insan dokularında plastiklere rastlandı.

Plastik kirliliği gerek doğal hayatı gerekse insan hayatını olumsuz yönde etkiliyor. Ancak bu olumsuz etkilerin boyutu umduğunuzdan çok daha fazla olabilir. Plastik kirliliği sorusuna cevap vermek isteyen bilim insanları, insan dokuları üzerinde çalışmalar gerçekleştirdiler ve üzerinde çalıştıkları tüm örnek dokularda minik plastik parçacıklarına rastladılar.

Araştırma, insan organlarında ve dokularında mikro ve nano plastiklerin çoğaldığı üzerine ilk çalışmayı yürüttüklerine inanan Arizona Üniversitesi'ndeki bilim insanları tarafından gerçekleştirildi. Söz konusu bu plastikler 5 mm boyutuna kadar ufalıyorlar ve hatta bazıları 0,001 mm boyutuna kadar küçülebiliyor ve bu durumda doğada takip etmesi de oldukça zor hale geliyor.

Plastik kirliliği tehlikesi

plastik kirliliği, çevre kirliliği

Dünyanın her noktasında plastiğin çevreyi kirlettiğinin görülebileceğini söyleyen araştırma grubu üyelerinden Charles Rolsky "Plastiklerin vücudumuza girdiğine dair kanıtlar var, ancak çok az çalışma buralara baktı. Bu noktada, plastiğin sadece ufak bir detay mı olduğunu yoksa insan sağlığı için bir tehlike mi olduğunu bilmiyoruz" dedi.

Önceki çalışmalarda balıklarda plastik kirliliğine bakıldığında anevrizmaya ve üremede değişikliklere sebep olduğu bulundu. Ayrıca kabuklularda ise bu sürenin sadece günler sürdüğü keşfedildi. Bazı çalışmalarda ise plastiklerin sindirim sisteminde nasıl hareket ettiği gösterilmişti. Ancak bu materyallerin insan organlarında nasıl biriktiği üzerinde bir çalışma yürütülmemişti.

plastik kirliliği, martı, plastik

Araştırmacılar, mikro plastiklerle karşılaşma ihtimali çok fazla olan akciğer, karaciğer, dalak ve böbreklerden 47 doku örneği aldı. Araştırmacılar, bir bilgisayar hesaplama kombinasyonu kullanarak doku örneklerindeki plastikleri tespit etti ve çıkardı. Ayrıca parçacıkları kütlesi ve yüzey alanına ek olarak sayılarıyla ilgili de veri üretildi.

Bilim insanları, bu tekniği kullanarak polietilen, polikarbon ve bazı plastiklerde kullanılan endüstriyel kimyasal Bisphenol A (BPA) da dâhil olmak üzere birçok farklı plastik türü çıkardı. Araştırmacılar, inceledikleri tüm dokularda plastik kirliliğine rastladı. Araştırmacılar, şu an için insan vücudundaki bu ufak plastik parçacıkların etkisini anlayabilmiş değil ancak bu alandaki ilk çalışmalardan olması sebebiyle önemli bir km taşı.


Araştırmalara Göre Sınavlardan Düşük Not Alınmasının Sebebi Akıllı Telefon ve İnternet

 ABD'de hizmet veren bir üniversite, akıllı telefon kullanımıyla sınav notları arasındaki ilişkiyi araştırdı. 2433 öğrencinin dahil edildiği araştırma, ev ödevlerini internetten yapan öğrencilerin sınavlarda da düşük not aldığını ortaya koyuyor. Bunun nedeni, internetteki bilgiye erişmenin çok kolay olması.

ABD'nin köklü üniversitelerinden bir tanesi olan Rutgers, akıllı telefonların kullanımıyla ilgili bir araştırma yaptı. Üniversite bünyesindeki 11 farklı derse kayıtlı 2433 öğrencinin dahil edilerek yapıldığı araştırma, akıllı telefon kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte öğrencilerin notlarında gözler görülür bir düşüşün yaşandığını ortaya çıkardı. Uzmanlara göre bunun nedeni, öğrencilerin bilgiye çok kolay erişebiliyor olması.

Araştırmanın bir numaralı ismi olan Profesör Arnold Glass, öğrencilerin ödev yaparken interneti aktif olarak kullandıklarını, bu sayede de doğru sonuçlara çok daha kolay bir şekilde erişebildiklerini söylüyor. Profesöre göre bu durum, öğrencilere zaman kazandırması açısından olumlu olsa da internetten edinilen bilgiler çok kolay unutuluyor ve bu durum, öğrencilerin sınav notlarına doğrudan etki ediyor.

Akıllı telefon kullanımı

Araştırmaya göre 2008 yılında öğrencilerin sadece yüzde 14'ü, girdikleri sınavlarda yaptıkları ev ödevlerinden daha düşük notlar alıyormuş. Ancak 2017 yılına geldiğimiz zaman bu oran ciddi anlamda yükseliyor. Yapılan araştırma, 2017'de öğrencilerin yüzde 55'inin sınavlarda daha düşük puan aldığını ortaya koyuyor. Uzmanlara göre akıllı telefon ve internet kullanımı, bunun en temel nedeni olarak karşımıza çıkıyor.

Araştırmalara Göre Marmara Denizi’nde 19, Karadeniz’de 17 Balık Türünün Soyu Tükendi

 Karadeniz'in Türkiye yakası ve Marmara Denizi'nde yapılan uluslararası bir araştırma, ülkemiz denizlerinde balık nesillerinin büyük bir hızla tükendiğini ortaya koyuyor. Üstelik bilim insanlarına göre bu durum bir uyarı niteliğinde ve Türkiye'nin acilen harekete geçmesi gerekiyor.

British Columbia Üniversitesi, Türkiye Merkez Balıkçılık Araştırma Enstitüsü, Mersea Deniz Koruma Danışmanlığı ve İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Yönetimi Enstitüsü bünyesinde çalışmalarını sürdüren bilim insanları, uluslararası deniz araştırma girişimi Sea Around Us'ın katkılarıyla Marmara Denizi'nde ve Karadeniz'de bir araştırma yaptı. Yapılan araştırma, ülkemizdeki balıkların nesillerinin büyük bir hızla tükendiğini gözler önüne seriyor.

Yapılan araştırmaya göre hem Marmara Denizi'nde hem de Karadeniz'in Türkiye yakasında onlarca balık türünün nesli tükenmiş durumda. Üstelik nesli tükenen balık türleri arasında mavi yüzgeçli atlantik orkinosu, kılıç balığı ve uskumru gibi balık türleri bulunuyor. Araştırmaya katılan bilim insanları, bu durumun Türkiye için bir uyarı niteliğinde olduğunu ifade ediyorlar.

Kılıç Balığı

Araştırmanın sonuçlarına göre Karadeniz'in Türkiye yakasında 17, Marmara Denizi'nde ise 19 balık türünün nesli tükenmiş durumda. Bu durum, Türkiye'nin denizlerinin giderek daha az canlıya ev sahipliği yaptığının açık bir göstergesi. Peki denizlerimiz neden giderek daha da yaşanmaz hale geliyor ve Türkiye'nin bu konuda neler yapması gerekiyor?

Nesil tükenmelerinin bir numaralı nedeni: Aşırı avlanma

Araştırmanın bir numaralı ismi olan Aylin Ulman, 1985 yılında yaşanan bir olaydan bahsederek aslında balıkların tükenme nedenini açıkça ortaya koyuyor. 1985 yılında Marmara Denizi'ndeki orkinosların sadece bir günde Japonya'ya yüksek fiyattan satılmak için toplandığını ifade eden Ulman, bunun balıkların çoğalmasını engellediğini söylüyor. Mesela mavi yüzgeçli atlantik orkinoslarının avlandığı, en son 2007 yılında bildirilmiş ve o yıl sadece 33 ton avlanmış. Oysaki yakalanma miktarı, 2001 yılında 929 ton olarak gerçekleşmiş.

mavi yüzgeçli atlantik orkinosu

Bilim insanlarının yaptığı son araştırma, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan rakamlara dayanıyor. 1967 ila 2016 yılları arasındaki balıkçılık verilerini inceleyen bilim insanları, bu verileri Karadeniz ve Marmara Denizi'nin ekolojik bilgileriyle kıyaslamışlar. Yapılan bu kıyaslama, balıkların nesillerindeki tükenme için de bir zaman çizelgesi oluşturmuş durumda.

Makine Öğrenmesi Modeline Göre Koronavirüsün Bulaşıcılığı Artıyor

 Michigan State Üniversitesi tarafından geliştirilen bir makine öğrenmesi modeline göre SARS-CoV-2 geninde gerçekleşen mutasyonlar, virüsü daha bulaşıcı hale getiriyor.

Koronavirüs pandemisinin başlamasının ardından her alanda bilim insanları salgınla mücadele için faydalı olabilecek çalışmalar yapmaya başladı. Bu çalışmalardan biri de Michigan State Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ve makine öğrenmesi kullanılan çalışmada virüsün bulaşıcılığı incelendi.

Üniversitede Matematik ve Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Bölümü’nden profesör Guowei Wei tarafından geliştirilen model, 20 binden fazla SARS-CoV-2 virüs örneğini inceledi. Araştırmacılar bu çalışmalarda virüsün bulaşıcılığını etkileyen proteinin gösterdiği değişimlere odaklandı.

6 virüsten 5’i daha bulaşıcı hale geldi

covid-19

Araştırmacıların elde ettiği bulgulara göre virüsün bilinen 6 alt türünden 5’i daha bulaşıcı hale geldi. Pek çok virüs için mutasyonların çoğu en nihayetinde zararsızdır ve hastalar için risk oluşturmaz. Hatta bazı mutasyonlar virüsün etkisini azaltır. Ne var ki bazı mutasyonlar ise çok zararlı olabilir.

Ameliyatlarda Kullanılması Hedeflenen, Alkolle Çalışan Mikro Robot: RoBeetle

 Bilim insanları, 1 gramdan daha hafif bir yapıya sahip olan "RoBeetle" isimli bir mikro robot tasarladılar. Bu mikro robotu benzersiz kılan şeyse, RoBeetle'ın pil değil metanol ile çalışıyor olması. Bilim insanları şu sıralar, bu robotu tam anlamıyla işlevsel hale getirmek için uğraşıyorlar.

Bilim insanları, sadece bir böcek boyutunda olan "RoBeetle" isimli bir mikro robot ürettiler. Bu mikro robotu benzersiz yapan şeyse bugüne kadar duyduklarımızdan çok daha farklı bir şekilde çalışıyor olması. Robotu geliştiren bilim insanları, bir pil kullanmak yerine alkolden güç almayı tercih etmişler. 1 gramdan daha hafif bir yapıya sahip olan RoBeetlemetanol ile çalışıyor.

Metanol, daha çok çözücü ve antifrizde kullanılan bir madde. Ancak bu alkol, enerji tutabilme özelliğine sahip. Hatta metanol, küçük ölçekte bir pile göre daha fazla enerji tutma özelliğine sahip. Hal böyle olunca da bu durumu değerlendirmek isteyen bilim insanları, metanolle çalışan RoBeetle'ı üretmiş durumdalar. Bu mikro robotun çalışma prensibi de benzerlerine göre biraz farklı.

RoBeetle

Bilim insanları, geçtiğimiz dönemlerde tıpkı gerçeği gibi çalışabilen yapay kas tasarlamışlardı. Bu yapay kaslar, kasılıp gevşeyebilme özelliğine sahip. İşte RoBeetle'de de bu tür bir mekanizma kullanılıyor. Bilim insanları, metanol gazının yanmasını hızlandıracak olan platinyumla kaplanmış nikel-titanyum alaşımlı tellerle RoBeetle'ye hareket imkanı sağlıyorlar. Yanma reaksiyonu neticesinde ortaya çıkan ısı RoBeetle'nin bacaklarını kısaltıyor, soğuma sırasında da bu bacaklar uzuyor. Bu sayede RoBeetle hareket ediyor.RoBeetle, boyundan büyük özelliklere sahip. Örneğin bu mikro robot yokuş çıkabiliyor, beton ve cam gibi yüzeyler üzerinde de hareket edebiliyor. Ayrıca bu mikro robot, ihtiyaç duyulduğu takdirde kendi ağırlığının 2,6 katına kadar yük taşıyabiliyor. RoBeetle'ın sahip olduğu yeteneklerden bir tanesi de fazladan 2 saate kadar kullanım imkanı sunan ek yakıt haznesinin de bulunuyor olması.

RoBeetle

Bilim insanlarının yeni mikro robotu, şu an için tam olarak hazır değil. Çünkü bilim insanları, RoBeetle'ı nasıl kullanacaklarından tam emin değiller. Çalışmalarını da bu yönde yoğunlaştıran uzmanlar, robotun ameliyatlarda kullanılması için araştırmalarına devam ediyorlar. Ancak bu durum, daha uzun süre kullanım gerektiriyor. İşte bu noktada takılan bilim insanları, yakıt ikmali yaparak RoBeetle'ı daha işlevsel bir hale getirmeye çalışıyorlar.

İsviçreli Bilim İnsanları, Karanlıkta Parlayan Gerçek Fare Üretti

 İsviçreli Bilim İnsanları, hücresel faaliyetleri daha iyi inceleyebilmek amacıyla karanlıkta parlayan fare üretti. Çalışmalar özellikle mitokondrinin faaliyetlerini açıklamayı amaçlıyor.

Zaman zaman bilim insanların yaptıkları çalışmalarda oldukça ilginç yöntemlere başvurduklarına şahit oluyoruz. Bu çalışmalara bir yenisini ekleyen İsviçreli bilim insanları, bir deney faresini karanlıkta parlayacak hale getirdi.

Araştırmacılar, mitokondrinin sırlarını açığa çıkarmak için bir laboratuvar faresini karanlıkta parlayacak hale getirdi. Böylelikle hücresel yapıların nasıl çalıştığı ortaya çıkarılacak ve yeni bilimsel atılımlar mümkün hale gelecek.

Parlayan fareler yeni değil

fare

Aslında bilimsel çalışmalarda biyolojik yapıları ya da fareleri parlak hale getirmek hiç de nadir görülen bir şey değildir. İsviçre’nin Ecole Polytechnique Fédérale de Lausanne (EPFL) ise yaklaşımıyla fark yaratıyor. Bu teknikte canlıların parlaması, ateşböceklerinin parlamasıyla aynı şekilde gerçekleştiriliyor.Mitokondri, biyoloji derslerinde de yıllardır söylendiği üzere hücrelerin enerji kaynağıdır. Oksijen ve besinleri alır ve Adenozin Trifosfat (ATP) haline getirir. ATP sayesinde enerji taşınımı gerçekleştir ve biz de metabolik aktivitelerimizi gerçekleştirebiliriz. Zamanla mitokondrilerin aktiviteleri azalır ve durur. Araştırmacılar da bunun nedenini bulmaya çalışıyor. 

Mitokondrinin içinde ve dışında olan elektriksel akımlar, bazı moleküllerin geçişleri için uygun ortam sağlıyor ve bir nevi kapı görevlisi rolü oynuyor. Hastalık halindeki reaksiyonları bilinen bu yapıların nasıl çalıştığı ise EPFL bilim insanları tarafından görüntülendi.

Parlamalar mitokondrinin sırrını aydınlatacak



Kuş, Sürüngen ve İnsan Gözyaşlarının Benzediği Ortaya Çıktı

 İnsanlar, kuşlar ve sürüngenler genel anlamda birbirlerine hiç benzemeyen türler olsa da gözyaşlarının aynı olduğu ortaya çıktı.

Bilim insanlarının yaptığı araştırmalar, bazı canlıların döktükleri gözyaşları ile insanların gözyaşları arasında ciddi bir benzerlik bulunduğunu ortaya çıkardı. İnsan gözyaşının yapısı bilinse de diğer canlılar için benzer bir çalışma yapılmamıştı. 

Yapılan çalışmalarda çeşitli sürüngenkuş ve memeli türlerine ait gözyaşı örnekleri toplandı. Bu yapıların incelenmesi sonucunda insan, sürüngen ve kuş gözyaşları arasında bir benzerlik ortaya çıkarıldı.

Gözyaşlarının önemi

timsah gözyaşı

Gözyaşları konusunda yeterince araştırma yapılmamış olması bilimsel anlamda biraz eksik kalınmış bir alan olduğunu gösteriyor. Zira gözlerimizin temiz ve sağlıklı kalması için gözyaşı önemli rol oynuyor. Bu yapıyı anlamak da daha iyi göz bakım ve tedavisi için önemli bir adım olacaktır.Frontiers in Veterinary Science dergisinde yayımlanan makaleye göre araştırmacılar, Brezilya’da yedi farklı türe ait sağlıklı kuş ve sürüngen türünden gözyaşı örnekleri topladılar. Bu türlere papağanlar, şahinler, baykuşlar, kaplumbağalar ve su kaplumbağaları gibi canlılar da dahil oldu. 

Araştırmanın başındaki isim olan Arianne Oria, sağlıklı hayvanların anlaşılmasının, hasta hayvanların tedavisinin mümkün olması için önemli olduğunu, pek çok türün görüş yeteneğiyle hayatta kaldığını ifade etti. Görüş becerisini kaybeden hayvanların vahşi doğada hayatta kalamayacaklarını da belirtti.

Araştırma insanlara da faydalı olacak

İnsanlar da araştırmacıların sağlıklı oküler yüzey dedikleri bir yapıya ihtiyaç duyuyor. Bu yapı gözün dış katmanını oluşturuyor. Kornea gibi yapılar, gözyaşları ve göz kapaklarının kenarları bu bölgede bulunuyor. 

Yeni araştırmaya göre insan gözüyle benzerlikler ve farklılıklar veterinerlere yeni ilaçlar ve tedaviler için yeni bir fırsat sunabilecek. Bu noktada ortaya çıkan bilgilere göre insan gözü, köpek ve at gibi memelilerle benzer gözyaşları dökse de söz konusu elektrolit miktarları olduğunda kuşlar ve sürüngenler yakın oranlarda elektrolit içeren gözyaşları salgılıyor. Yapıların farklı şekillerde kristallenmesi ise gözyaşlarının farklı yapılarda çevreye göre şekillendiğini ortaya koyuyor.

200 Bin Yıl Önce Yaşayan İnsanların Yatakta Uyudukları Keşfedildi

 Güney Afrika'daki meşhur arkeolojik alanda çalışmalar yapan bilim insanları, insanların 200.000 yıl önce yatakta uyuduklarını keşfetti. Ancak yataklar aynı zamanda çalışma alanı olarak da kullanılıyordu.

Güney Afrika'da bulunan ve oldukça ünlü bir arkeolojik alan olan Border Cave mağarasında yapılan çalışmalar, insanlığın ilk zamanlarına ait yeni bir bilgiyi daha ortaya çıkardı. Araştırmacıların yeni edindikleri bilgilere göre bundan 200.000 yıl önce bölgede yaşayan insanlar, uyurken kendilerine rahat alanlar oluşturmak için zemini otla kaplıyorlardı.

İnsanlar, Panicoideae alt ailesinden elde edilen demetleri bir araya getirerek yatak oluşturuyorlardı ve bu yatakları mağaranın arka kısımlarındaki kül katmanlarının üstüne koyuyorlardı. Yatağın altında bulunan kül katmanları, insanları uyurken böceklerden koruma işlevi görüyordu.

200 bin yıl önceki yaşam:

200 bin yıl yatak

Science dergisinde yayınlanan araştırma, dünya çapında birkaç üniversitede görev yapan araştırmacılardan oluşan bir ekiple gerçekleştirildi. Araştırmanın başındaki isim olan Profesör Lyn Wadley, mağarada buldukları bulguların ne anlama geldiğini şu cümleleriyle ifade etti:

"Ot tabakasını kül üstüne koymanın yalnızca tozsuz, tabaka için yalıtımlı bir taban oluşturmak için değil aynı zamanda yürüyen böcekleri püskürtmek için kasıtlı bir strateji olduğunu düşünüyoruz. Bazen yatağın küllü temeli, mağarayı temizlemek ve böcekleri yok etmek için yakılan eski çim kalıntılarından oluşuyordu. Diğer durumlarda yeni bir yatak tabakası için temiz yüzey olarak ateşten çıkan odun külü de kullanılmıştı."


Rusya, Koronavirüs Aşısı Sputnik V'in Üretimine Başladı

 Geçtiğimiz günlerde, aylardır tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüse karşı ilk aşıyı tescillediğini duyuran Rusya, bu sefer de üretime başlandığını duyurdu. Rusya Sağlık Bakanlığı, Sputnik V adı verilen aşının üretimine geçildiğini açıkladı.

Bu hafta gündeme damga vuran bir gelişme Rusya cephesinde yaşanmış ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ilk koronavirüs aşısının tescillendiğini duyurmuştu. Putin, ayrıca tescillenen aşının kızına da uygulandığını ifade etmişti.

Aşı konusunda ABD cephesi endişelerini dile getirirken Rusya Sağlık Bakanlığı, Gamaley Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü tarafından geliştirilen aşının son aşamayı geçtiğini ve insanlar üzerinde uygulanmak için resmen onaylandığını ifade etti.

COVID-19 aşı üretimine başlandı

aşı üretimi

Sputnik'te yer alan habere göre Rusya Sağlık Bakanlığı, Sputnik V adı verilen koronavirüs aşısının üretimine başlandığını duyurdu. Bakanlık tarafından yapılan açıklamada "N.F. Gamaleya Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Ulusal Araştırma Merkezi tarafından yeni tip koronavirüs enfeksiyonuna karşı geliştirilen aşının üretimine başlandı" ifadelerine yer verildi.

Rusya Sağlık Bakanlığı yetkilisi Sergei Glagolev, salgın sürecinde aşıların erken tescillenmesinin normal olduğunu dile getirirken bakanlığın son 2 aydır aşıyı insanlar üzerinde test ettiğini söylemişti. Glagolev, aşıların erken tescili için ABD ve AB'de de çalışmalar yürüttüklerini dile getirmişti.

Dünya genelinde koronavirüs aşı çalışmaları devam ediyor

covid-19 aşısı, koroanvirüs aşısı, corona virüsü aşısı

Rusya'dan aşının tescillenmesi ve üretime geçilmesi haberleri arka arkaya gelirken dünya genelinde de birçok ülkede aşı çalışmalarına devam ediliyor. Bir aşının yaygın olarak kullanılabilmesi için üç aşamadan geçmesi gerekiyor.

429 Milyon Yaşındaki Trilobitin Gözü Korunmuş Hâlde Bulundu

 Köln Üniversitesi'nden bilim insanları, özellikle bir gözü iyi şekilde korunmuş olan 429 milyon yıllık bir trilobit fosilini incelediler. Yapılan incelemeler sonucu bu ilkel yaratıkların gözlerinin, günümüzde hâlâ yaşayan eklembacaklılar ile oldukça benzer bir yapıda olduğu anlaşıldı.

Dünya üzerindeki sularda 550 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen sert kabuklu vücut yapısına sahip olan trilobitler, evrim sürecinin en kompleks canlılarından biri olarak kabul ediliyor. Birçok farklı kayaçta çeşitli fosilleri bulunan bu canlıların evrimini incelemek, evrim sürecinin nasıl işlediğine dair oldukça ciddi cevaplar sunabiliyor.

Şimdiyse Köln Üniversitesi'nden Brigitte Schoenemann ve Edinburgh Üniversitesi'nden Euan Clarkson, özellikle gözleri mükemmel şekilde korunmuş bir trilobit örneğini incelediler. Yapılan incelemeler sonucu yaratığın yusufçuklarınkine benzer gözlerinin nasıl geliştiği ve bunun evrim hakkında ne söylediğine dair işe yarar bilgiler edinildi.

Trilobitin gözlerini oluşturan iç yapılar ilk kez tanımlandı:

trilobit

Söz konusu fosil, Çekya'daki 429 milyon yıllık tortul kayalardan geliyor. Mikroskopi kullanılarak yapılan incelemelerde yaklaşık bir santimetre uzunluğunda olan ’Aulacopleura koninckii' adlı trilobitin gözlerini oluşturan iç yapılar ilk kez tanımlandı. Bu lenslerdeki ışığa duyarlı reseptör hücrelerinin bileşimi ve düzeni, bilim insanlarına trilobit görüşüne dair bir bakış açısı kazandırdı ve ayrıca bileşik gözlerin erken evrimine işaret etti.

Trilobitin minik gözlerini incelemek pek de kolay olmadı. Scientific Reports dergisinde geçtiğimiz günlerde çevrimiçi olarak yayınlanan yeni çalışmada, Aulacopleura koninckii'nin "oldukça düz" ve yaklaşık 1 milimetre yüksekliğinde gözleri olduğu bildirildi. Bu türde, oval şekilli iki çıkıntılı göz başın arkasında bulunur ve özellikle hasara karşı savunmasızdır; araştırmacılar onu bulduğunda da yalnızca sol göz hâlâ sağlamdı.

İncelemeler sonucu, modern eklembacaklıların gözlerinde hâlâ mevcut olan yapılara rastlandı:

Bileşik gözlerde, 'ommatidium' adı verilen bireysel lensler, görsel girdileri işler ve beyne sinyaller göndererek bir görüntü mozaiği oluşturmak için birlikte çalışır. Bunu, en basit örnekle sineklerde görebiliriz. Şimdiyse araştırmacılar, trilobitin gözünde modern eklembacaklıların gözlerinde hâlâ mevcut olan yapıları tespit ettiler.

Büyük ommatidia içeren bileşik gözler, hayvanların düşük ışık koşullarında gezinebilmesine yardımcı olur ancak A. koninckii'ninkiler o kadar da büyük değildi. Bu sebeple bilim insanları, bu trilobitin gündüz aktif olduğu ve daha çok sığ sularda yaşadığını tahmin ediyorlar.

Grönland'daki Buz Tabakası Artık Geri Dönülemez Derecede Eridi

 Yeni yayınlanan bir araştırmaya göre Grönland, öyle hızlı bir şekilde erimeye başladı ki küresel ısınma aniden dursa bile buz tabakasını yenileyemeyecek. Grönland'ın erimesinin okyanus seviyesini ne kadar yükseltebileceği de tahmin edilemiyor.

Son yıllarda küresel ısınmanın getirdiği sonuçları çıplak gözle görmeye başladık. Dev buz kütleleri sıcaklık sonucunda eriyerek okyanus seviyesinin artmasına yol açtı; iklimlerimiz değişti. Yapılan birçok araştırmaysa en kısa sürede önlem almaya başlamazsak bu durumdan geri dönemeyeceğimiz sonucunu göstermeye başladı.

Fakat National Nature dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma, diğer çalışmalara göre daha da olumsuz bir sonuca varılmasını sağladı. Çalışmaya göre Grönland'daki buz tabakası, artık geri dönülemez bir biçimde eridi. Peki bu ne anlama geliyor?

Grönland küresel ısınma aniden dursa bile eriyecek:

grönland

Çalışmanın vardığı sonuca göre küresel ısınma şu dakika itibariyle aniden ortadan kalksa bile Grönland, eski halini kazanamayacak. Bunun sebebiyse Grönland'daki buz tabakasını oluşturan yıllık kar tabakasının buzulların erime hızıyla kafa tutamayacak hale gelmesi.

Araştırmacılar, çalışma kapsamında Kuzey Kutup bölgesinde 200'den fazla buzulu 2018'e kadar 40 yıllık sürede elde edilen uydu verileriyle incelediler. Verilerin incelenmesi sonucundaysa araştırmacılar, buz tabakasının erime hızının kar yağışına fark attığı sonucuna vardılar.

grönland

Grönland'a yağan kar, buz tabakasının üstünü kaplayarak tabakanın erimesini yavaşlatabiliyordu. Ancak şu anda okyanusların da ısınmasıyla birlikte Grönland'ın daha da hızlı buz tabakası kaybettiği keşfedildi. Dolayısıyla kar yağışı artık tek başına Grönland'ı korumak için yeterli olamamaya başladı.

Grönland, şu andaki verilere göre okyanusa her yıl 280 milyar ton eriyen buz ekliyor. Bu da Grönland'ı okyanus seviyelerinin yükselmesini sağlayan en büyük fiziksel kaynak yapıyor. Araştırmacılar, Grönland'ın öyle hızlı eridiğini söylüyorlar ki okyanus seviyesinde yaşanacak yükselme artık tahmin edilemiyor.

Araştırmacılar, Tüm Tatları Algılayabilen Yeni Bir Tat Hücresi Türü Keşfetti

 PLOS Genetics'te yayınlanan yeni bir araştırmaya göre araştırmacılar, daha önce hiç keşfedilmemiş yeni bir tat hücresi keşfetti. Bu tat hücresi, diğer tat hücreleri gibi seçici olmak yerine tüm tatları algılayabiliyordu.

Dünyada her gün onlarca araştırma sürerken bunlardan bazıları bizim kendi içimizde oldukça ilginç şeylerin varlığını ortaya koyuyor. Bu araştırmalardan birisi olan ve PLOS Genetics'te yayınlanan yeni bir araştırma, ağzımızda daha önce hiç keşfedilmemiş yeni bir tip tat alma cisimciğinin olduğunu ortaya koydu.

Bugüne kadar bilinene göre dilimizde acı, ekşi, tuzlu ve tatlıyı ayırt etmemizi sağlayan tat bölgeleri bulunuyor. Ancak araştırmacıların yeni buldukları sonuca göre aslında ağzımızda her türlü tadı tespit etmemizi sağlayan farklı bir tat alma cisimciği daha bulunuyor.

Hiçbir tat hücresine benzemiyor:

dil

Aslında geçmişte bazı araştırmacılar da ağzımızda geniş bir tat yelpazesine sahip tat alma cisimciklerinin olduğunu iddia etmişlerdi. Ancak araştırmacıların bu iddiaları hiçbir zaman kanıtlanamamıştı. 13 Ağustos'ta yayınlanan bu çalışmada araştırmacılar, tat alma cisimciklerinin bilgiyi beyne nasıl aktardığını daha iyi öğrenmek için fareler üzerinde çalışma yaptı.

Araştırmacıların fareler üzerindeki çalışmaları sonucunda da ağızda gerçekten de çeşitli tatları algılayabilen eşsiz bir tat hücresi bulundu. Bu eşsiz hücre, dilimizdeki tuzu ve ekşiliği tespit eden tat hücrelerine oldukça benzerdi. Ancak bu hücre dilde bilinen hücrelere göre daha duyarlıydı.

Yapılan çalışmalara göre diğer hücrelerden daha duyarlı olan bu hücre, tüm tat türlerini tespit ederek bilgiyi beyne birden fazla yol üzerinden ulaştırıyor. Kısacası bu hücre, dilimizde bulunan ve tatları tespit etmemizi sağlayan üç farklı tipteki hücrenin yaptığı işlevi tek başına gerçekleştiriyor.

Araştırmacıların keşfettikleri yeni hücre türü, bilim için de oldukça önemli bir konumda yer alıyor. Zira bu kadar geniş bir tat yelpazesine sahip hücre türü, hücrelerin tat bilgisini beyne nasıl gönderdiğine dair yeni bakış açıları ortaya çıkabilir. Bununla birlikte çalışma, vücudumuzun hâlâ bilmediğimiz noktaları olduğu gerçeğini hatırlattı.